Siz hiç gökten sandal yağdığını gördünüz mü?
Ya da piyano da rakseden parmaklarının ahengine kapılmış komşu kızının çaldığı Bach ve Mozart klasikleri eşliğinde bahçesini süpürürken, dağlar seni delik delik delerim, türküsünü mırıldanan bir kadını?
Ben gördüm!
Ve hemen ardından şu soruyu sordum kendime.
Ben tesadüflere inanır mıyım?
Hayır inanmam. Tesadüf denen şeyin aslında görmemiz gereken, fakat o ya da bu şekil de görmekten uzak olduklarımızı bizlere göstermeyi başaran bir ilahi güç olduğuna inanırım.
Son dönemlerde kafamda geleceğe ve yaşantıma dair yeni kurgular ve yollar çizme çabasında, derin dalışlarda bulurken kendimi, bir diziyle karşılaştım.
Aslında yabancı olduğum bir dizi de sayılmazdı, ekibinden oyuncu kadrosuna ilgimi çekmişti.
Yeditepe İstanbul
Emre Kınay, Zuhal Olcay, Uğur Polat. Şiirsel anlatımıyla iz bırakan bir mahalle öyküsüydü. Özgü Namal, Ruhi Sarı ve Oktay Kaynarca bu diziyle ün kazanmıştı.
Pek Türk televizyon kanalları izleyen bir yapıda olmayışım, aile ziyaretlerinde sohbet aralarına sıkıştırılan, kenarından köşesinden haberdar olabildiğim, lakin derinlemesine konuya hakim olamadığım bir diziydi.
Vaktim olduğunda başından sonuna izlerim deyip atladıklarımdan...
Demek derinlemesine izlemem gereken bir diziymiş ki yeniden çıktı karşıma. Iş ve hastane sonrası dar zamanlara sıkıştırıp, baştan sona gecelerce izledim diziyi. O mahalle bana çocukluğumun Türkiye'sini anımsatan, gümüzde ise her Türkiye ziyaretimde bulamadığım ve sıcacık, samimi insanların bir araya geldiği atlas ve coğrafyadaki ismiyle mahallenin, bana göre ise kocaman bir ailenin dizisiydi.
Hani kimsenin telefonlar açıp ta müsaitliği sorulmadan, çat kapı girilip, dertlerin ahval edildiği, çayların demlenip te, yanında ne vereyim korkusu olmadan, çay yanına şöyle en kremalı ve tatlı tebessümlerin hatta hüzünlerin takıldığı konu komşuyla birlikte oturulan muhabbet sofraları vardı ya? Işte hepsi ve diğer özlem duyduğumuz komşuluk ve ahbaplık adına ne varsa vardı bu dizide.
Peki ne oldu bize?
O bahçeli evlerden çıkıp, koca beton gökdelenlere, ya da en az beş on katlı soğuk sıvalı dairelere taşınınca ne oldu bize?
Kaldıramadı bünyelerimiz!
O güzelim yıllanmış ağaçların gölgelerinde demi tutmamış çayları dahi muhabbetleriyle dem eden bu millet, beton yığınlarında yavaş yavaş yürekleri betonlaşan bir millete mi dönüş tü?
Binlerce soru geldi geçti aklımdan dizi süresince. Neler düşünüp, neleri yad etmedim ki? Her şeyden evvel anladım ki, çok özledik biz o günleri. Bahçelerine salıncak kuramadığımız, daracık odalarında konu komşuyu doyasıya ağırlayamadımız beton yığınları soğuttu bizi...
Mahallenin bütün gençleri aynı kitapları okurlardı mesela, kimse kütüphane doldurmak adına kitap edinmezdi. Ansiklopediler ders sıralamasına göre eldenele gezerdi. Bir tek badana fırçasıyla koca mahalleli evlerini badana ederlerdi. Her gün mutlaka bir komşu biten salça, şeker, çay vs için elinde ufak bir tas, komşudan istemeye giderken yolda oynayan çocukların yanından, ''ne haber kız cimcime''diyerek geçerdi.
Komşunun kulağından tutup çekerek getirdiği ve ''hadi bakalım şimdi babana ver o camın hesabını'' diyerek sürüklediği bir haylaz olurdu hep.
Emperyalizmin ismi, medeniyetle karıştırıldığından beri hepimiz o meşhur markalı camlardan kullanır olduk. Kulaklarından çekiştirilerek getirilen o çocukların çocuklarıysa bugün, bilgisayar başında yapar oldu haylazlıklarını.
Diziler, evet onlar bir girdi, bir daha çıkmadı hayatlarımızdan. Fotokopi makinaları gibi, fotokopi dizi kahramanlarıyla doldu sokaklar.
Bir ahbabım, ''dizi çocuğuklarıyız biz, dizi aralarında büyüdük'', demişti...
Gurbetin monotonluğundan olsa gerek, pek dizi izlenmezdi bizim ev de, zira zaman da yoktu buna. Türkiye'den uzakta büyümenin üzüntüsünün yanı sıra, tek tesellim de bu oldu galiba. Yaz tatilleri hariç elbette.
Aile ve toplum birlikteliğinin gitgide zayıfladığı ülkemde, hemen hemen her dizide, vuranlar kıranlar, sokak ortasında insan boğazlayanlar, ondördünde kocaya verilişinin yanlışlığı gösterilmek isterken, onbeşinde telli duvaklı gelin edilenler, bellerindenki soğuk demirle külhan beyliğinin k-sinden gelenler, büyüyle dünyanın bir yerinden diğer yerine anında gidenlerle doluyken, topluma hangi mesajları veriyor bu diziler demeden edemiyor insan...
Kadın ve aile programlarına değinmek dahi yoracak beni biliyorum. Evlilik programlarında eski kocasıyla yeni kocasının ayni ev de oturmasını isteyenler. Imam nikaylıyım deyip, ikinci kocayı arayanlar, etlerini bir daire karşılığında nikaha sunanlar, eşlerini ve çocuklarını yeni sevgiliye tercih edenler ve ''karıma büyü yaptılar başkasına kaçtı, karımı geri istiyorum'', diyenlerle dolan Televizyon, bir topluma nelere mal oluyor, üzülerek izliyoruz hala... Şükür ki halen işini insanlığını ön planda tutarak yapanlarda var, azınlık ta olsalarda...
Yedi Tepe Istanbul gibi dizilerin çoğalmasını diliyorum.
Yedi Tepe Istanbul, güzellikleri, hatrı sayılır komşulukları bizlere hatırlatan dizi, iyi ki vardınız.
Dizide Havva karakterini canlandırmış olan sevgili can ablamız Meral Okayı sevgi ve saygıyla anıyor,dizi yapımında emeği geçen, tüm oyuncu kadrosundan, teknik ekibe dek herkese sonsuz teşekkürlerimi sunuyorum.
Elif Turna Türk
Avusturya
Yedi Tepe Istanbul Oyuncuları ve karakterleri
Oyuncu Rol
Zuhal Olcay Olcay
Emre Kınay Yusuf
Uğur Polat Ali
Oktay Kaynarca Ferhan
Meral Okay Havva
Yeşim Ceren Bozoğlu Nilgün
Özgü Namal Duru
Günay Karacaoğlu Önem
Ruhi Sarı Ömer
Ümit Çırak Tevfik
Yasemin Çonka Pembe
Itır Esen Lale
Hikmet Karagöz Sabri
Ahmet Saraçoğlu Rüstem
Deniz Oral Doğan
Burçak Işımer Gülşen
Nihat İleri Komiser Nevzat
Fırat Tanış Özberk
Pıtırcık Akkerman Tülin
Nejat Birecik Yalçın
Selin İşcan Zeynep
Melike Demirağ Ömer'in annesi
Arif Erkin Fırıncı
Güven Kıraç Berber Remzi
Kamran Usluer Sadi
Yalçın Özbek Ekipler Amiri
İlhan Şeşen Olcay'ın intihar etmiş kocası Engin
Emrah Elçiboğa Serhat
Levent Yılmaz Berber Halit Bey
Taner Barlas Konuk oyuncu
Engin Altan Düzyatan Konuk oyuncu
Ata Benli Konuk oyuncu
Cahit Kaşıkçılar Konuk oyuncu
Ya da piyano da rakseden parmaklarının ahengine kapılmış komşu kızının çaldığı Bach ve Mozart klasikleri eşliğinde bahçesini süpürürken, dağlar seni delik delik delerim, türküsünü mırıldanan bir kadını?
Ben gördüm!
Ve hemen ardından şu soruyu sordum kendime.
Ben tesadüflere inanır mıyım?
Hayır inanmam. Tesadüf denen şeyin aslında görmemiz gereken, fakat o ya da bu şekil de görmekten uzak olduklarımızı bizlere göstermeyi başaran bir ilahi güç olduğuna inanırım.
Son dönemlerde kafamda geleceğe ve yaşantıma dair yeni kurgular ve yollar çizme çabasında, derin dalışlarda bulurken kendimi, bir diziyle karşılaştım.
Aslında yabancı olduğum bir dizi de sayılmazdı, ekibinden oyuncu kadrosuna ilgimi çekmişti.
Yeditepe İstanbul
Emre Kınay, Zuhal Olcay, Uğur Polat. Şiirsel anlatımıyla iz bırakan bir mahalle öyküsüydü. Özgü Namal, Ruhi Sarı ve Oktay Kaynarca bu diziyle ün kazanmıştı.
Pek Türk televizyon kanalları izleyen bir yapıda olmayışım, aile ziyaretlerinde sohbet aralarına sıkıştırılan, kenarından köşesinden haberdar olabildiğim, lakin derinlemesine konuya hakim olamadığım bir diziydi.
Vaktim olduğunda başından sonuna izlerim deyip atladıklarımdan...
Demek derinlemesine izlemem gereken bir diziymiş ki yeniden çıktı karşıma. Iş ve hastane sonrası dar zamanlara sıkıştırıp, baştan sona gecelerce izledim diziyi. O mahalle bana çocukluğumun Türkiye'sini anımsatan, gümüzde ise her Türkiye ziyaretimde bulamadığım ve sıcacık, samimi insanların bir araya geldiği atlas ve coğrafyadaki ismiyle mahallenin, bana göre ise kocaman bir ailenin dizisiydi.
Hani kimsenin telefonlar açıp ta müsaitliği sorulmadan, çat kapı girilip, dertlerin ahval edildiği, çayların demlenip te, yanında ne vereyim korkusu olmadan, çay yanına şöyle en kremalı ve tatlı tebessümlerin hatta hüzünlerin takıldığı konu komşuyla birlikte oturulan muhabbet sofraları vardı ya? Işte hepsi ve diğer özlem duyduğumuz komşuluk ve ahbaplık adına ne varsa vardı bu dizide.
Peki ne oldu bize?
O bahçeli evlerden çıkıp, koca beton gökdelenlere, ya da en az beş on katlı soğuk sıvalı dairelere taşınınca ne oldu bize?
Kaldıramadı bünyelerimiz!
O güzelim yıllanmış ağaçların gölgelerinde demi tutmamış çayları dahi muhabbetleriyle dem eden bu millet, beton yığınlarında yavaş yavaş yürekleri betonlaşan bir millete mi dönüş tü?
Binlerce soru geldi geçti aklımdan dizi süresince. Neler düşünüp, neleri yad etmedim ki? Her şeyden evvel anladım ki, çok özledik biz o günleri. Bahçelerine salıncak kuramadığımız, daracık odalarında konu komşuyu doyasıya ağırlayamadımız beton yığınları soğuttu bizi...
Mahallenin bütün gençleri aynı kitapları okurlardı mesela, kimse kütüphane doldurmak adına kitap edinmezdi. Ansiklopediler ders sıralamasına göre eldenele gezerdi. Bir tek badana fırçasıyla koca mahalleli evlerini badana ederlerdi. Her gün mutlaka bir komşu biten salça, şeker, çay vs için elinde ufak bir tas, komşudan istemeye giderken yolda oynayan çocukların yanından, ''ne haber kız cimcime''diyerek geçerdi.
Komşunun kulağından tutup çekerek getirdiği ve ''hadi bakalım şimdi babana ver o camın hesabını'' diyerek sürüklediği bir haylaz olurdu hep.
Emperyalizmin ismi, medeniyetle karıştırıldığından beri hepimiz o meşhur markalı camlardan kullanır olduk. Kulaklarından çekiştirilerek getirilen o çocukların çocuklarıysa bugün, bilgisayar başında yapar oldu haylazlıklarını.
Diziler, evet onlar bir girdi, bir daha çıkmadı hayatlarımızdan. Fotokopi makinaları gibi, fotokopi dizi kahramanlarıyla doldu sokaklar.
Bir ahbabım, ''dizi çocuğuklarıyız biz, dizi aralarında büyüdük'', demişti...
Gurbetin monotonluğundan olsa gerek, pek dizi izlenmezdi bizim ev de, zira zaman da yoktu buna. Türkiye'den uzakta büyümenin üzüntüsünün yanı sıra, tek tesellim de bu oldu galiba. Yaz tatilleri hariç elbette.
Aile ve toplum birlikteliğinin gitgide zayıfladığı ülkemde, hemen hemen her dizide, vuranlar kıranlar, sokak ortasında insan boğazlayanlar, ondördünde kocaya verilişinin yanlışlığı gösterilmek isterken, onbeşinde telli duvaklı gelin edilenler, bellerindenki soğuk demirle külhan beyliğinin k-sinden gelenler, büyüyle dünyanın bir yerinden diğer yerine anında gidenlerle doluyken, topluma hangi mesajları veriyor bu diziler demeden edemiyor insan...
Kadın ve aile programlarına değinmek dahi yoracak beni biliyorum. Evlilik programlarında eski kocasıyla yeni kocasının ayni ev de oturmasını isteyenler. Imam nikaylıyım deyip, ikinci kocayı arayanlar, etlerini bir daire karşılığında nikaha sunanlar, eşlerini ve çocuklarını yeni sevgiliye tercih edenler ve ''karıma büyü yaptılar başkasına kaçtı, karımı geri istiyorum'', diyenlerle dolan Televizyon, bir topluma nelere mal oluyor, üzülerek izliyoruz hala... Şükür ki halen işini insanlığını ön planda tutarak yapanlarda var, azınlık ta olsalarda...
Yedi Tepe Istanbul gibi dizilerin çoğalmasını diliyorum.
Yedi Tepe Istanbul, güzellikleri, hatrı sayılır komşulukları bizlere hatırlatan dizi, iyi ki vardınız.
Dizide Havva karakterini canlandırmış olan sevgili can ablamız Meral Okayı sevgi ve saygıyla anıyor,dizi yapımında emeği geçen, tüm oyuncu kadrosundan, teknik ekibe dek herkese sonsuz teşekkürlerimi sunuyorum.
Elif Turna Türk
Avusturya
Yedi Tepe Istanbul Oyuncuları ve karakterleri
Oyuncu Rol
Zuhal Olcay Olcay
Emre Kınay Yusuf
Uğur Polat Ali
Oktay Kaynarca Ferhan
Meral Okay Havva
Yeşim Ceren Bozoğlu Nilgün
Özgü Namal Duru
Günay Karacaoğlu Önem
Ruhi Sarı Ömer
Ümit Çırak Tevfik
Yasemin Çonka Pembe
Itır Esen Lale
Hikmet Karagöz Sabri
Ahmet Saraçoğlu Rüstem
Deniz Oral Doğan
Burçak Işımer Gülşen
Nihat İleri Komiser Nevzat
Fırat Tanış Özberk
Pıtırcık Akkerman Tülin
Nejat Birecik Yalçın
Selin İşcan Zeynep
Melike Demirağ Ömer'in annesi
Arif Erkin Fırıncı
Güven Kıraç Berber Remzi
Kamran Usluer Sadi
Yalçın Özbek Ekipler Amiri
İlhan Şeşen Olcay'ın intihar etmiş kocası Engin
Emrah Elçiboğa Serhat
Levent Yılmaz Berber Halit Bey
Taner Barlas Konuk oyuncu
Engin Altan Düzyatan Konuk oyuncu
Ata Benli Konuk oyuncu
Cahit Kaşıkçılar Konuk oyuncu
Yorumlar
Yorum Gönder